Koronavirüs salgını tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gündemin birinci maddesi olarak günlük hayatımızın merkezine yerleşti. Salgından en büyük darbeyi alan sektörlerden biri de yeme içme oldu. Bu denli büyük bir salgın elbette ekonomiyi de olumsuz etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Beden sağlığımız dışında ruh sağlığımız da olumsuz etkilerden payını aldı. Peki bu durum ne kadar devam edecek, etkileri kısa ve uzun vadede nasıl hissedilecek, daha az hasarla atlatmak için neler yapmamız gerekiyor? Konunun uzmanları yanıtladı…
Sinan Öncel – Birleşik Markalar Derneği Başkanı, Terteks Yönetim kurulu Başkanı: “E-ticaretin ağırlığı artar, işsizlik çoğalır”
Salgın sonrası insanların daha az seyahat edip daha çok içe kapanacağını düşünen Birleşik Markalar Derneği Başkanı Sinan Öncel, “Gerekli olanlar dışında daha az harcama yapılacak günlere doğru gidiyoruz” diyor…
Koronavirüs öncesi genel olarak işletmeler ne durumdaydı?
2020 yılı perakende açısından gayet iyi başlamıştı ve bu sene için yıl sonunda en az yüzde 20 büyüme bekliyorduk.
Salgın içinde bulunduğumuz süreçte işletmeleri nasıl etkiledi?
18 Mart akşamı BMD üyesi 70 bine yakın mağaza ve satış noktası dükkânlarını kapadı ve şu ana kadar koronavirüs tedbirleri çerçevesinde açmadı. Bu sürecin doğal olarak ekonomi anlamında olumsuz sonuçları olacak.
Koronavirüs salgınının etkileri sektörler üzerinde ne kadar sürer, kalıcı izler bırakır mı?
Ne kadar süreceği ve tekrarlama ihtimali yönünde değişik senaryolar mevcut. Türkiye’nin şu ana kadar kayıpları diğer ülkelere göre belki daha az görünüyor ancak yayılma hızı, tedbirleri sıkı bir şekilde devam ettirmek gerektiğini gösteriyor. Tüm tedbirler sıkı bir şekilde uygulanırsa normalleşmenin başlangıcının haziran sonu olacağını düşünüyorum. Bu süre zarfında dayanamayan pek çok işletme faaliyetine son verebilir. Dünyadan bu yönde arka arkaya haberler gelmeye devam ediyor.
Salgın sonrası işletmelerde yapısal değişiklikler bekliyor musunuz? Ne tür değişiklikler olur?
E-ticaretin ağırlığı artar, işsizlikte artış olur, toparlanma saygın ekonomi çevrelerinin tespitlerine göre 2022’yi bulur.
Salgın sonrası müşterilerin beklentilerinde, eğilimlerinde ve tercihlerinde de değişim bekliyor musunuz, neler olabilir?
Gelirlerinin tamamını veya bir bölümünü kaybeden sabit ücretliler ile turist harcamalarında düşüşler olması kaçınılmaz. Gerekli olanlar dışında daha az harcama yapılacak günlere doğru gidiyoruz. Ev içinde daha çok zaman geçirileceği için bu alanda harcama kalemlerinde artış olacağı çok açık. Daha az seyahat edilip daha çok içe kapanacağımızı düşünüyorum.
Ayhan Çarıkçılar – TURYİD Başkan Yrd. MIdpoInt / Welldone Kurucu Ortağı:
“Artık insanlar geniş mekânları ve açık alanları tercih edecek”
Turizm Restoran Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmeleri Derneği Başkan Yrd. Ayhan Çarıkçılar’a göre, koronavirüs salgını sonrası müşteriler güvenli ortamın oluşmasını bekleyecek ve ilk öncelikleri hijyen şartları olacak…
Koronavirüs öncesi yeme içme sektörü ne durumdaydı?
Türkiye’nin 2014 yılından bugüne kadar olan durumuna bakarsak; 2014 Gezi olayları, 2016 darbe girişimi, terör ve dış politikadaki etmenler, 2018 döviz kurlarının yükselmesi ve son olarak 2020 koronavirüs… Merkez Bankası’nın gelir gider bilançolarında açıkladığı verilere göre de dünyada yükseliş trendinde olan yeme içme sektörü, Türkiye’de belirli senelerde problemler yaşadı. 2014 yılında satılan malın maliyetlerinin yüzde 70’lere kadar arttığı görüldü, 2016 yılında ise ev dışı tüketim sektörü ortalama yüzde 8 küçüldü. Son altı yıldır iki senede bir yaşanan olumsuz olaylar hane halkının ekonomisini etkiledi ve bu durum yeme içme sektörüne de negatif yansıdı. Bu durumlara rağmen sektör her olumsuzluğu çözerek gelişti, güçlendi ve ilgi odağı olmaya devam etti. 2019’u genelde iyi geçirdi ve 2020’ye iyi başladı. Bir yandan mevcut yerlerde iyileştirmeler, bir yandan da yeni açılacak yerler ve büyüme planları yapılıyordu. Yeme içme sektörü her zaman olduğu gibi insanların sosyalleşmek için ilk tercih yerleri olarak parıltılı hayatını devam ettiriyordu.
Koronavirüs salgını içinde bulunduğumuz süreçte yeme içme sektörünü nasıl etkiledi?
Küresel olarak yaşanan bu durumda yeme içme sektörünün aktörleri hızlıca plan yapmaya başladı. Devletin yaptığı istihdamı korumaya yönelik destekler ve yatırımı korumaya yönelik finans desteklerini de kullanarak bu olumsuz durumu yönetmeye çalıştılar. Bu sürecin henüz içinde bulunduğumuzdan oluşan hasarları bugün tespit etmek mümkün değil. Ancak sürece bağlı olarak krizi aşamayan bazı yeme içme yerlerinin olması muhtemeldir. Yeniden açılamayan ve hayatına devam edemeyen yerlerin etkisiyle işsizlik oranında artışlar görebiliriz. Daha sonra sektör eski seviyesine ulaşamazsa bu oran daha da yükselir. Ancak diğer bir senaryo; bu virüsün etkisi çabuk atlatılırsa bu tür olumsuzluklar oluşmaz, işsizlik oranlarında artış olmaz, tedarik zincirlerine de etkisi minimum olur.
Salgının etkileri sektör üzerinde ne kadar sürer, kalıcı izler bırakır mı?
Koronavirüs salgınının etkilerini kesin olarak bilmek bugünden mümkün görünmüyor. Virüsün devam etmesi veya etkisini yitirmesine bağlı olarak oluşacak haberler değişebilir. Bu süreç sonunda faaliyetine devam edemeyenler olabilir. Faaliyetine devam edenlerin de belli bir dönem oluşan hasarları onarmaya çalışacağını düşünüyorum.
Salgın sonrası restoranlarda yapısal değişiklikler bekliyor musunuz? Ne tür değişiklikler olur?
Salgın sonrası restoranlarda başlangıçta mutlaka birtakım değişiklikler olacaktır. Hijyen her zaman olduğundan daha da önemli olacak. Turizm Bakanı’nın açıkladığı gibi bir sertifikasyon uygulanacak. Bu sertifikasyonda alan sterilizasyonu, mekanlarda güvenli mesafe ve personelin bağışıklık ve pandemi eğitimi önemli olacak. Bu sertifikayı alan işletmeler daha güvenilir kabul edilecek.
Virüsle ilgili aşının bulunmasından sonra normalleşme sürelerine girileceğini düşünüyorum. Bundan sonra mekânların fiziki durumları çok daha önemli olacak ve insanlar geniş mekânlar ve açık alanlar tercih edecekler. Küçük alanları olan mekânlar bu süreçte daha fazla zorlanabilir. Birçok büyük şirket bu durumdan önce de kadrolarında doktor ve gıda mühendisleri barındırmaya özen göstermekteydi. Artık onların değeri daha da ortaya çıkacak. Tekil işletmeler de belki belli gruplar oluşturarak bu kadroları devreye sokmaya başlayacaklar.
Koronavirüs salgını sonrası müşterilerin beklentilerinde, eğilimlerinde ve tercihlerinde değişim bekliyor musunuz, neler olabilir?
Koronavirüs salgını sonrası müşteriler güvenli ortamın oluşmasını bekleyecek ve ilk öncelikleri hijyen şartları olacak. Ancak diğer taraftan da uzun zamandır evde kalmanın neticesinde, bugüne kadar yaşadığımız şeyleri yapamamanın özlemi içerisinde olduğumuz inkâr edilemez. COVID-19 öncesi sıradan olan her şeyin çok kıymetli olduğunu anladık. Dışarıda özgür olduğumuz günlerin ne kadar değerli olduğunu öğrendik. Bir yerde bir çay, bir kahve içmek, bir yemek yemek ne kadar kıymetliymiş fark ettik. İnsanların alışkanlıklarının bugünden yarına hızla değişmesinin mümkün olamayacağını düşünüyorum.
Normalleşme sürecine kadar herkes dikkatli olacak ve konulacak olan kurallara uyacaktır. Hayatın normalleşmesiyle insanların alışkanlıklarına devam edeceğini düşünüyorum. Olumlu haberlerle birlikte nihayetinde güzel günlere döneceğiz. İnsanın zamanla kötüyü unutup iyi şeyleri hatırladığını ve kendisini iyiliklere daha kolay adapte ettiğini düşünüyorum. Kısa zamanda COVID-19’tan kurtulup, yeme içme sektörünün parıltılı günlerinde buluşmayı diliyorum.
Vehbi Varlık – İnoksan Yönetim Kurulu Başkanı: “Mekânlar hijyen ve güven pazarlayacak, müşteri memnuniyeti zorlaşacak”
İnoksan Yönetim Kurulu Başkanı Vehbi Varlık, salgın sonrası dönemde işletmelerin daha dikkatli ve sert önlemler almak zorunda kalacağını söylüyor: “Müşteriler restorana girmeden, daha kapı önünde belge arayacak. Hijyen standartlarına uymayan işletmeler kapatılacak.”
Koronavirüs öncesi yeme içme sektörü ne durumdaydı?
2019 yılı kötü geçmiş olmasına rağmen, 2020 yılının iyi olacağı beklentisiyle yeme içme sektörü gayet iyi gidiyordu. Restoranlar, kafeler, pastaneler, tüm yiyecek içecek işletmeleri hareketliydi. Dışarıda kahvaltı, öğlen iş yemekleri, akşam aile dost-davet yemekleri, dernek yemekleri ve diğer kutlamalar devam ediyordu. Ekonomi kötü ama yaşanan hayat farklı idi.
Koronavirüs salgını içinde bulunduğumuz süreçte yeme içme sektörünü nasıl etkiledi?
Koronavirüs salgını turizm sektörüyle birlikte en çok yeme içme sektörünü olumsuz etkiledi. Türkiye’nin lokomotif sektörünün tümü durdu. Nisan-mayıs aylarında açılması muhtemel yeni tesisler ertelendi, mevcutlar durdu. Kapalı fabrikalar yarım çalışmaya başladı, yemek sanayilerinin kapasitesi çöktü, eğlence mekânları kapandı. Artık herkes evde besleniyor. Sektör mali açıdan büyük sıkıntılar yaşayacak.
Koronavirüs salgınının etkileri sektör üzerinde ne kadar sürer, kalıcı izler bırakır mı?
Salgının belirsizliğinin sektörü uzun vadede etkileyeceği gözüküyor. Bilim insanları açıklamalarında bu salgının uzun süreceğini belirtiyorlar. Bu yılın kaybedilmiş bir yıl olacağı kesin. İyimser tablo: Ramazan Bayramı ile turizmin başlayacağı, sanayinin mayıs ayında üretime başlayacağı haberleri ile sektör yavaş yavaş canlanır, hareketlenir ama hedefler gerçekleşmez, eski duruma gelemez.
Salgın sonrası restoranlarda yapısal değişiklikler bekliyor musunuz? Ne tür değişiklikler olur?
Salgın sonrası iki senaryo gerçekleşebilir. İyi senaryo: İnsanoğlu balık hafızalı, çabuk unutuyor. Sokağa çıkma yasağı öncesi sokaklara fırlayarak bunu ispatladı. Yani hemen bayramla beraber eski tas eski hamam misali önceki yaşama özlemle devam eder. Yiyecek içecek sektörü çok çabuk eski haline döner. Kötü senaryo: Salgın uzarsa yiyecek içecek ve turizm sektörü yapısal değişiklikler yapmak zorunda kalır. İnsanların çoğu evlerinde beslenmeye devam edecek, yazın yazlıklarında, pansiyon ve apart otellerde kendi yemeğini kendi yapacak. Kimileri hijyen açısından güvenilir restoran, otel araştıracak. Mutfakların temizliği, personel hijyeni, masa düzeni vb. yeniden düzenlenecek. Mekânlar müşteriye hijyen ve güven pazarlayacak. İşletmeler, uzun süre depolama, bekletme olanağını sağlamak için yeni depolama alanları yaratmak zorunda kalacak. Mutfaklar dezenfekte edilecek, denetlenecek ve belgelenecek. Bulaşık ve mutfak temizliği çok önemli olacak, servis şekilleri değişecek… Açık büfe iptal edilecek veya hijyen korunmalı sektörlerde servis elemanı ile servis yapılarak yeniden dizayn edilecek.
Salgın sonrası müşterilerin beklentilerinde, eğilimlerinde ve tercihlerinde değişim bekliyor musunuz, neler olabilir?
Müşteriler artık kapı önünde belge arayacak; ‘denetlenmiş, hijyenik ve güvenilirdir’ belgesi. Daha dikkatli ve sert önlemler alınacak. Müşteri memnuniyeti zorlaşacak, temizlik, hijyen standartlarını sağlayamayan işletmeler kapatılacak.
Süreyya Üzmez – Trilye Restaurant Kurucusu: “Herkes şapkasını önüne koyup maliyet hesabı yapacak”
Süreyya Üzmez, salgın sonrası için “İstihdam azalacak ama yolumuza devam edeceğiz” diyor ve ekliyor: “Çok fazla karamsarlığa gerek yok, güzel günler gelecek…”
Koronavirüs öncesi yeme içme sektörü ne durumdaydı?
Sektör dalgalı bir seyir izliyordu. Marka olan işletmeler iş yapıyordu ama piyasalarda bir durgunluk, adı konulmamış bir kriz vardı. Yani pek parlak değildi. Ramazan ayı yaklaşıyordu… Akabinde yaz beklentisi, 15 Nisan tarihinde balık av yasağı gibi etkenler balık restoranlarını etkiliyordu.
Koronavirüs salgını içinde bulunduğumuz süreçte yeme içme sektörünü nasıl etkiledi?
Herkesi hazırlıksız yakaladı. Hiç çalışmadığımız yerden geldi sorular. 20 Mart’ta alınan kapatma kararıyla artık sözün bittiği yere geldik.
Salgınının etkileri sektör üzerinde ne kadar sürer, kalıcı izler bırakır mı?
Bu yaz böyle geçer. Kalıcı etki gösterir. Restoran sahibi birikiminin sonuna yaklaşınca ve süre uzadığında işletmenin geri dönüşü, yeniden açılması imkânı kaybolur. Böylece mekân ekonomiden çekilmiş olur. Sadece restoranın çekildiğini tahayyül etmeyin kafanızda… 55 kişinin çalıştığı bir işletmede, dörder kişilik bakmakta yükümlü olduğu ailesi ile 200 kişi de sıkıntıya düşer. Restorana ürün tedarik edenler mallarını satamaz…
Ekonomide birinin harcaması bir başkasının geliri, onun harcaması da bir başkasının geliridir. Gelir-harcama zincirinin kopmaması için büyük destek gerekir. Bu sektörde iki milyondan fazla kişi evine ekmek götürüyor, kira ödüyor, çocuk okutuyor. Devlet, sektörden önemli vergi geliri sağlıyor. Altı ay ödemesiz çok düşük faizli krediler sektöre can suyu olacaktır. Ama iş işten geçmeden…
Salgın sonrası restoranlarda yapısal değişiklikler bekliyor musunuz? Ne tür değişiklikler olur?
Elbette… Herkes şapkasını önüne koyup maliyet hesabı yapacak. İstihdam azalacak. Ama yolumuza devam edeceğiz. Bill Gates’in Eylül 2021’e kadar sürer kehaneti doğru çıkmazsa… Masalar arası mesafeye özen gösterilecek. Restoranlar mutfak ve personel hijyenine çok dikkat edecekler. Angarya gibi gelen rutin kontroller (habersiz denetleme vb.) çok önemli hale gelecek.
Koronavirüs salgını sonrası müşterilerin beklentilerinde, eğilimlerinde ve tercihlerinde ne gibi değişimler bekliyorsunuz?
Güvendikleri yerleri tercih edecekler. Hiç önem vermedikleri konuları arayacaklar. Hijyen, dezenfektan gibi konularda, restoranın ciddiyetini takip edecekler. Ama bir süre sonra her şey unutulacak, ilaç ve aşı bulunacak. Dünya kendi ekseni etrafında dönmeye devam edecek. Güzel günler gelecek. Keyifli restoran akşamları olacak. Çok fazla karamsarlığa da gerek yok.
Yazı Mahfi Eğilmez
Koronavirüsün ekonomi için yarattığı en ciddi tehdit: Gelir-harcama zincirinin kopması ve üretimin durması!
Koronavirüs salgınının yayılmasının önüne geçmek amacıyla sosyal teması en aza indirmek adına birçok sektörde işletmeler kapılarını kapattı. Binlerce çalışanı evlerine kapanan işletmelerin, ilerleyen dönemde daha da ağırlaşacak sorunlarla nasıl baş edebilecekleri merak ediliyor. Eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez, konuya ilişkin değerlendirmelerini, mahfiegilmez.com sitesindeki ‘Kendime Yazılar’da ‘Gelir-Harcama Zinciri Koparsa’ başlığıyla kaleme aldı.
COVID-19’un ekonomik yaşamda yarattığı en ciddi tehdidin gelir – harcama zincirinin kopması ve bunun sonucunda üretimin durması olduğunu görüyoruz. Bu zincirin kopmasının ne demek olduğunu bir örnekle anlatmaya çalışayım:
Geceleri 300 kişi ağırlayan ve 50 kişi çalıştıran bir restoran düşünün. Bu restoran COVID-19 nedeniyle kapandığında neler olur? İlk ay büyük olasılıkla çalışanlarını işten çıkarmaz, ücretlerini verir, kirayı da öder. Ama kapalı olduğu için mal alımını durdurur. Bu restorana et, balık, sebze, salata malzemesi, meyve, ekmek, yağ, peynir, içki, alkolsüz içecek, su, çay, kahve, tatlı malzemesi, temizlik malzemesi satanlar satamaz olurlar. Restoranın elektrik, doğalgaz gibi tüketimi düşer. İkinci ay da kapalı kalırsa büyük olasılıkla çalışanlarının yarısını işten çıkarır. İşsiz kalan 25 kişinin harcamaları düşer. Talep o kadar azalır. Onun dışında ilk ay olanlar aynen tekrarlanır, kira ödenemeyebilir. Restoran üçüncü ay da kapalı kalırsa kalan 25 çalışanı da işten çıkarır. Talepte 25 kişinin daha az harcamasının yarattığı düşüş olur. Onun dışındakilerde ikinci ay olanlar aynen tekrarlanır. Bu kez restoran sahibi de birikimlerinin sonuna yaklaşınca onun da harcaması düşer. Bu süre uzarsa büyük olasılıkla restoranın geri dönüşü, yeniden açılması imkânı da kaybolur. Sonuçta bu işletme ekonomiden çekilmiş olur. Çekilen sadece o olmaz. Eğer yerine aynı çapta bir başkası açılmazsa bu restoranın yarattığı yukarıda değinilen ekonomi de yok olur. Çünkü ekonomide birinin harcaması bir başkasının geliri, onun harcaması da bir başkasının geliridir.
Buraya basitleştirmek amacıyla bir restoranı ele alarak açıkladığım örnek olayı ülke çapında binlerce restoran, kafe, mağaza, dükkân, AVM için düşünün. Bütün o işyerlerine mal satanların mallarını satamadığını, satışlar düştüğü için onların da önce çalışanlarını işten çıkarmaya başladığını sonra da işlerini tasfiyeye girdiğini düşünün. İşte gelir – harcama zincirinin kopması böyle bir şeydir. Bu sorun bir ayda çözülürse söz konusu işyerleri arasında az sayıda batış olur. Sorunun çözülmesi iki aya yayılırsa batan sayısı artar. Süre daha da uzarsa işyerlerinin önemli bir bölümünü kaybederiz.
Neler yapılabilir?
Bu aşamada olayın çözümü için devletin gelirini kaybedenlere vergi gelirlerini ve diğer gelirlerini kullanarak gelir enjeksiyonu yapması gerekir. Eğer bütçe açık veriyorsa o zaman borçlanmaya gidilir. Eğer borçlanma imkânı yoksa o zaman Merkez Bankası’nın yedek akçesi kullanılır. Eğer o da kullanılmışsa o zaman para basılır. Bir yandan da döviz ihtiyacını karşılamak için bu dönemde dış borçlanma zor olacağına göre IMF’den hızlı kredi desteği istenir. Bu destekler sağlanarak kapalı kaldığı için çalışanlarını çıkarmak aşamasına gelen işyerlerinde bu çalışanların ücretleri devletçe ödenmek suretiyle işten çıkarılmaları önlenebilir. Söz konusu işyerlerinin doğalgaz, su, elektrik, kira, emlak vergisi, sigorta gibi sabit giderleri devletçe ödenerek bu işyerlerinin kapanmaları önlenebilir. Tarım kesiminde çiftçilerin bütün kredi borçlarından bu döneme isabet edenler devletçe üstlenilir ve çiftçiye üretime devam etmesi için ek maddi destek verilir. Bunlar yapılmazsa üretim elden gider, devlet de vergi toplayamaz duruma düşer. Bazıları bu tür desteklere değinirken yalnızca çalışanlardan söz ediyor ve işverene değinmiyor. Oysa yukarıdaki restoran örneğinde olduğu gibi o işyerleri olmazsa çalışanların çalışacağı ve gelir elde edeceği yer olmaz. O nedenle desteğin iki taraflı olması çok önemli.
Alman toplumunun en büyük ekonomik travması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra para basarak yaşadıkları hiper enflasyondur. Almanya, bugün bu krizden çıkabilmek için bağlı oldukları Avrupa Merkez Bankası’nın trilyonlarca Euro basmasını destekliyorsa oturup iki kez düşünmek gerekir.
Küresel ticaret ve büyüme çöküyor
Kapitalizmin temel önermelerinden birisi olan ‘ticaretin refahı arttıracağı’ ilkesinin doğruluğunu dünya ekonomik büyümesiyle dünya ticaret hacmi artışı arasındaki korelasyonla test ediyoruz. Aşağıdaki grafik bu ilişkiyi ortaya koyuyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October, 2019).
Bu ikili arasındaki korelasyon katsayısı 0,954[i] olarak bulunuyor ki bu yüksek katsayı dünya ticaretindeki artışla büyümedeki artış arasında çok yüksek bir ilişki bulunduğunu ve dolayısıyla kapitalizmin temel önermesinin doğru olduğunu gösteriyor.
COVID-19 salgınıyla birlikte küresel sistemde pek çok şey hızla değişti. Üretim zinciri zorlanmaya başladı. Gıda, içecek, sağlık malzemesi gibi mallar ve bunların sunulmasını sağlayan hizmetler dışında otomotivden tekstile, beyaz eşyadan mobilyaya, konuttan ulaştırmaya kadar bütün alanlarda talep düşüşü söz konusu. Dünya ticareti de bu talep düşüşüne paralel bir düşüş içinde. Bugün henüz etkisi tam olarak hissedilmese de önümüzdeki dönemde üretimde düşüş, üretilenin taşınıp getirilmesinde sorun, fiyat artışları biçiminde çok daha ağır sonuçları çıkacak. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) 2020 yılında dünya ticaretinde yüzde 13 ila 32 arasında bir düşüş olacağını tahmin ediyor. Dünya ticaretinde başlayan düşüşü Baltık Kuru Yük Endeksi’nden[ii] izlemek mümkün (kaynak: https://www.marinevesseltraffic.com/1998/01/baltic-dry-index-bdi.html).
Grafik, son dönemde dünya ticaretinde ciddi bir gerileme yaşandığını ortaya koyuyor. Baltık Kuru Yük Endeksi’nde görülen bu düşüşün henüz tedarik zincirindeki halkaların kopmadığı bir dönemin yansıması olduğunu, zaman ilerledikçe halkaların kopacağını düşünürsek işin daha da kötüye gideceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Küresel sistemde ticaretteki düşüşün büyümeyi olumsuz yönde etkilemesinin bir göstergesi de petrol fiyatlarındaki gelişme. Petrol fiyatlarındaki düşüş, arzda büyük artış olmadığına göre, petrole olan talebin düştüğünü gösteriyor. Petrol ve petrol ürünlerinin, sanayi üretiminin temel girdileri arasında olduğunu dikkate alırsak petrole olan talepteki bu gerilemenin üretimde ve dolayısıyla büyümede yaşanan olumsuz gelişmenin sonucu olduğunu söyleyebiliriz (grafik için kaynak: https://www.bloomberght.com/emtia/brent-petrol).
Grafik son günlerde, tüketim artışından ziyade üretim kısıntısı eğilimi nedeniyle, belirli bir toparlanma olsa da petrol fiyatındaki düşüşü ortaya koyuyor. Bunun da anlamı petrole olan talebin düşmesi ve dolayısıyla küresel büyümede ortaya çıkan gerilemedir. Bu gelişmelere bakarak uluslararası kuruluşlar ve büyük bankalar 2020 yılı büyüme tahminlerini sürekli olarak aşağı yönlü revize ediyorlar.
2020 yılı bir yandan ekonomik açıdan zor bir yıl olurken bir yandan da temel ihtiyaçların öneminin kavrandığı bir yıl olacak. Dünya, tahıl, sebze meyve tarımının, hayvancılığın, balıkçılığın, arıcılığın, tavukçuluğun ve hepsinden önemlisi doğayı korumanın ne kadar önemli olduğunu anlayacak. COVID-19 salgını sıkça tekrarlanan Kızılderili Atasözünün yalnızca güzel bir söz değil gerçeğin ta kendisi olduğunu bu yolla öğrenmemize belki de uçurumun kenarından dönmemize vesile olur: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Yazı Prof. Dr. Şevket Pamuk
Prof. Dr. Şevket Pamuk “Gelirler düşecek, borçlar artacak, işsizlik büyüyecek”
İktisat tarihi konusunda dünya çapında kitapları, makaleleri yayımlanmış, ödüller almış bilim insanı, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevket Pamuk, koronavirüsün ekonomiye etkilerini değerlendirdi.
Dünya salgına hazırlıksız yakalandı. İlk haftalardan itibaren virüs ciddiye alınmadığı için uzun vadeli etkisi daha büyük olacak. Önümüzdeki dönemde üretim, gelirler ve istihdam düşecek, işsizlik artacak. Daha uzun vadede ne olacağını söylemek için henüz erken ama bazı ipuçları var.
Dünya liderlerinin politikaları
Salgını yenebilmek ve iktisadi etkilerini azaltabilmek için ülkelerin çok büyük kaynaklar seferber etmesi gerekiyor. Ayrıca ülkeler arası işbirliği gerekiyor; ama son yıllarda Donald Trump’ın Amerika’sı başta olmak üzere pek çok ülke işbirliği yerine kendi başının çaresine bakma ilkesini benimsemişti.
Salgının Türkiye’deki etkileri
Biz bu salgına zor bir dönemde ve hazırlıksız yakalandık. Nüfusumuz İtalya, İspanya gibi ülkelere göre daha genç. Bu bir şans. Ancak devletin maliyesi son yıllarda zayıfladı. Ekonomi de bir krizden çıkmaya çalışıyordu. İşsizlik zaten yüksekti, net döviz rezervleri ise sıfıra yakındı. Önümüzdeki dönemde korkarım yükler daha da artacak, borçlar ve işsizlik yükselecek. Salgının olumsuz etkilerini azaltabilmek için daha kapsamlı politikalara ihtiyacımız var.
Dünyada ve Türkiye’de ekonomik sistem
Bu salgından gelişen ülkeler daha zayıflamış olarak ve borçları artmış bir halde çıkacaklar. Bu salgın sonrasında gelişen ülkeler için olumlu sonuçlar beklemek zor. Böyle bir salgının uzun vadede olumlu sonuçlar yaratabilmesi için ülkelerin mali ve iktisadi gücünün olması, kurumların iyi işlemesi gerekiyor. Salgının maliyetinin eşitsiz dağılacağını öngörebiliriz. Salgınının düşük gelirliler, yoksul kesimler üzerinde derin etkisi olacak. Buna karşı etkin devlet politikaları gerekiyor.
Hayatımızda neler değişir?
Kısa vadede bizi bekleyen can kaybının yanı sıra gelirlerin düşmesi ve artan işsizlik… Bir yandan da salgının etkilerinin ve sonuçlarının her yerde olmayacağı görülüyor. Gelişmiş ülkelerde nüfus daha yaşlı, ilk aşamada can kaybı daha fazla olabilir. Ancak onların kaynakları daha bol, daha iyi işleyen sağlık düzenleri var. ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya geçen haftalarda çok büyük destek paketleri açıkladı. Buna karşılık gelişen ülkelerin devletleri ve ekonomileri aynı derecede güçlü değil. Gelişen ülkelerde nüfus daha genç ancak kaynaklar sınırlı, kurumlar iyi çalışmıyor. Gelişen ülkelerin sağlık sistemi daha zayıf. Uluslararası sermaye gelişen ülkelerden kaçıyor. Bu nedenle salgının gelişen ülkelerdeki bilançosu daha ağır olabilir.
Salgınla mücadelenin bir aşı bulunana kadar devam edeceğini öngörebiliriz. O zamana kadar can kaybı artacak, ekonomiler baskı altında olacak. Gelişmiş ülkeler salgının ekonomi üzerindeki etkilerini sınırlamak için çok büyük destek paketleri açıkladılar.
Salgın nedeniyle devletin ekonomideki rolü genişleyebilir, daha kalıcı hale gelebilir. Salgının küreselleşmeyi ne kadar olumsuz etkileyeceğini zaman gösterecek. Çin küreselleşmenin devamından yana ama küreselleşmenin geleceğini Amerika’nın tavrı belirleyecek.
Uzun vadede, sağlık sistemleri daha iyi çalışan, mali ve iktisadi gücü olan zengin ülkeler yaralarını sarabilirken, yoksul ülkeler, korkarım, daha olumsuz etkilenecek, daha büyük maliyetler ödeyecek. Bu salgın zengin ülkelerle yoksullar arasındaki farkları büyütebilir.
Koronavirüs şirket cirolarını vurdu
Hedefler İçin İş Dünyası Platformu’nun COVID-19 İşletme Etki ve İhtiyaç Anketi, koronavirüsün şirketler üzerindeki etkisini ortaya koydu. Salgın dolayısıyla şirketlerin yarısı cirolarının yüzde 50’den fazlasını kaybederken, Güneydoğu’da ciro kayıpları yüzde 71’e kadar çıkıyor.
Hedefler İçin İş Dünyası Platformu; TÜRKONFED, TÜSİAD ve UNDP Türkiye koordinasyonunda, büyük bir sağlık krizi olmasının yanında işletmeler açısından da büyük olumsuzluklar yaratan koronavirüs salgınının Türkiye’deki işletmeler üzerindeki etkilerini analiz edebilmek için 47 şehirden 780 firmanın katılımıyla COVID-19 İşletme Etki ve İhtiyaç Anketi gerçekleştirdi.
Faaliyetini durduran firmalar
23-27 Mart 2020 tarihlerinde düzenlenen ankete katılan şirketlerin yüzde 11’i, küçük işletmelerin ise yüzde 36’sı salgın ile birlikte faaliyetlerini durdurma kararı aldı. Anket sonuçlarına göre, KOBİ’lerin COVID-19 ile mücadelede öncelikli üç beklentisi; yüzde 80 ile fatura, vergi ve SGK ödemelerinde erteleme, yüzde 77 ile vergi indirimi ve yüzde 71 finansal destek olarak sıralandı.
Koronavirüs işletmeleri ne derece etkiledi?
“COVID-19 işletmenizi ne derecede etkiledi?” sorusuna yanıt veren katılımcıların yüzde 62’si büyük ölçüde etkilendiklerini açıklarken, yalnızca yüzde 3’lük bir dilim ‘hiç etkilenmediklerini’ dile getiriyor. Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu çok etkilenen bölgeler olarak öne çıkıyor.
Yaşanan kriz ortamının işletmelere olan etkilerinin ne kadar süreceğine ilişkin soruya, ikinci çeyrek diyenlerin oranı yüzde 29’luk bir kesimi oluştururken, etkilerin üçüncü çeyreği de kapsayacağını düşünenlerin oranı yüzde 24, yıl sonunu bulacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 18. Katılımcıların yüzde 11’i ise etkilerin gelecek yıl da devam edeceğini öngörüyor. Yüzde 18’lik bir kesim ise bir tarih aralığı vermenin erken olacağını düşünüyor.
Sektörler arası ortalama öngörü, krizin etkilerinin ikinci çeyrekten itibaren azalacağı yönündeyken turizm sektörü üçüncü çeyrekte de (yaz sezonu) etkisini göstereceğini belirtiyor.
Şirketler cirolarının yarısından fazlasını kaybetti
“Salgın nedeniyle ciromuz yüzde 50’den fazla azaldı” diyen işletmelerin oranı yüzde 54 iken, Güneydoğu Anadolu’daki şirketlerin cirolarındaki kayıp oranı yüzde 71’i buluyor. Büyük şirketlerin dışındakilerin tamamı cirolarını en az yüzde 50 kaybettiğini açıklarken, salgının ciroları en olumsuz etkilediği sektör turizm olarak öne çıkıyor.
Salgın tedarik zincirini etkiliyor
Ankete göre, tedarik zincirinin salgından olumsuz etkilendiğini düşünenlerin oranı yüzde 51 olurken, etkileneceğine dair görüş bildirenlerin oranı da yüzde 31. Şirketlerini etkilediğini düşünenlerin oranı ise yüzde 62.
Koronavirüs 5 işletmeden 4’ü için ciddi tehdit!
COVID-19 salgınını kendileri için ciddi tehdit olarak gören işlemlerin oranı yüzde 81 iken, biraz etkileyecek diyen dilim yüzde 15. Emin olmayanlar yüzde 3, ciddi tehdit olarak görmeyenlerin oranı da yüzde 1 olarak ortaya çıkıyor.
Şirketler stratejilerini gözden geçiriyor
“COVID-19 krizinden dolayı 2020 stratejinizi ve faaliyetlerinizi yeniden gözden geçiriyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 79’u “Evet” yanıtı verirken, karar vermemiş olanların oranı yüzde 19. En fazla gözden geçireceğini beyan eden yüzde 84 ile ticaret/perakende sektörü.
İşletmelerinde iş sürekliliği ve acil eylem planı oluşturmayan şirketlerin oranı yüzde 34 olarak belirlenirken, her ikisini de bulunduranların oranı yüzde 30 oldu.
KOBİ’ler uzaktan çalışmaya uzak duruyor!
Koronavirüs salgınına karşı gündeme gelen uzaktan çalışmaya uygun olmayanların oranı yüzde 51 olurken, ticaret/perakendede uzaktan çalışmaya uygun olmayanların oranı yüzde 60’a kadar yükseliyor. Uzaktan çalışabilmeye büyük şirketlerin yüzde 70’i sıcak bakarken, 9 kişiye kadar çalışanı olan küçük işletmelerin 57’si uzaktan çalışmaya uygun olmadığını dile getiriyor.
Şirketlerin 3’te 1’i faaliyetlerini tamamen durdurdu
Şirketlerin sadece yüzde 8’i işlerinin rutin seyrinde devam ettiğini belirtirken, yüzde 32’si kısmen kriz yönetimine başladığını, yüzde 29’u yoğun bir şekilde kriz yönetimi yaptığını belirtiyor. Yaklaşık 3’te 1’i ise faaliyetlerinin tamamen durduğunu belirtiyor.
Salgına karşı tedbir alanlar
Salgına karşı şirket bünyesinde tedbir alanların oranı yüzde 95 iken, yüzde 5’i hiçbir önlem almadığını ifade ediyor. Tedbir alanların yüzde 85’i işyerinde hijyen koşullarını iyileştirdiğini, yüzde 63’ü ise koruyucu malzeme ve ekipman aldığını açıklarken, iş seyahatlerini iptal edenlerin oranı yüzde 61. Şirketlerin yüzde 21’i ise çalışanını evden çalışmaya zorunlu tutmuş.
Destek talepleri
Anket katılımcılarına “Sizin için en önemli destek mekanizmaları hangileridir?” sorusu da yöneltildi. Katılımcıların yüzde 80’i fatura/vergi/SGK ödemelerinde erteleme, yüzde 77’si vergi indirimleri, yüzde 71’i KOBİ’lere finansal destek, yüzde 62’si kredi, çek ve borçlarda öteleme olarak taleplerini sıraladılar.
Yazı Prof. Dr. Emre Alkin
Ekonomi U tipi toparlanacak
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Alkin, yavaş toparlanacak sektörleri ulaşım, havayolu, yapı malzemeleri, otomotiv ve oto kiralama, elektronik, eğitim, mobilya, emlak, mücevher-takı, otel-konaklama sektörleri olarak sıraladı. Alkin, “Bu sektörler ancak bu senenin dördüncü çeyreğinde toparlanmaya başlayabilir” öngörüsünde bulundu.
Yavaş toparlanacak sektörlerin arasında ekonomik büyümeye katkı anlamında turizm öne çıkıyor. Turizm döviz geliri ve istihdam açısından önemli bir sektör ama yine de milli gelire katkısı sınırlı, bu sebeple büyütmeyi aşağıya çekemez. Mobilyanın daralması elbette kötü ama bu sektör daralınca Türkiye’de büyüme düşmez. Buna karşılık otomotiv üretimi ile sanayi üretimi ve ekonomik büyüme eş anlı gider. Otomotivde hızlı toparlanma beklentisinin olmaması, Türkiye’nin V tipi şeklinde büyümeye geçemeyeceğinin işareti. Emlak da otomotiv gibi gayrisafi yurtiçi hasıla üzerinde etkili. Eğer emlak ve otomotiv hızlı toparlanacak olsaydı ben Türkiye ekonomisi V tipi toparlanacak derdim. Ama böyle olması zor.
“İtalya L tipi toparlanır”
İtalya L tipi çizgide toparlanacak. Amerika’nın ise kendine özgü bir yapısı var. Dünya tüketiminin yüzde 33’ünü, ithalatın yüzde 17’sini yapan, dünya ekonomisinin yüzde 24’ünü oluşturan bir ülkeden söz ediyoruz. Amerika’nın daha önceki resesyonlardan kurtulma sürecine baktığımızda biraz uzun sürdüğünü görüyoruz. Ama dünyanın merkez bankası gibi davranan bir ülkenin çok geç olmadan ayağa kalkabileceğini söyleyebiliriz.
Hızlı toparlanacak sektörler hangileri?
Hızlı toparlanma öngördüğümüz sektörleri ise sağlık, bankacılık, kamu, internet, TV, uzaktan eğitim, giyim, kişisel bakım, kozmetik, yiyecek-içecek şeklinde sıralayabiliriz. Hızlı toparlanacak sektörlerin çoğunlukla hizmetler alanındaki sektörler, milli gelire katkı yapanlar. Pandeminin zirvesinden aşağı inilirken önce hızlı toparlanacak sektörlerin, sonra da yavaş toparlanacakların devreye girmesiyle Türkiye ekonomisi 2021 birinci çeyreğinde kendine gelecektir.
Ekonomik büyüme 2021’de yüzde 5’in üzerinde olacak
Ekonomik büyüme tahminlerine gelince; 2020 için yüzde -0.5 ile +0.5 arasında bir büyüme bekliyorum. IMF gibi umutsuz değilim. 2021 yılı ekonomik büyüme öngörüm, yüzde 5’in üzerinde gerçekleşeceği yönünde. 2022’de ise ekonomik büyümenin yüzde 3,5-4.5 arasında gerçekleşeceğini düşünüyorum.
PSİKOLOJİ
Koronavirüs salgını sonrası hayatımızda neler değişecek?
Din, ırk, renk ayırt etmeyen koronavirüse karşı, tüm dünya olarak savaştayız. Belirsizlik içinde, ertesi gün ne olacağından habersiz, hayatlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Virüsün biyolojik etkilerinin yanı sıra psikolojik ve davranışsal etkilerini de görmeye başladık. Peki bizleri neler bekliyor, karşılaşacağımız sorunlarla nasıl baş edebiliriz? İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzm. Psikolog Ceylin Sürek, koronavirüs sürecinin etkilerini açıkladı.
Kaygılıyım, kaygılısın, kaygılıyız… Peki, tepkilerimiz? İnsanlar kendi yaşamsal gelişimlerine, sorunla baş etme becerilerine ve mizaçlarına bağlı olarak; kaygı karşısında farklı tepkiler gösterebiliyor. Bazı insanlar durumu kontrol altına almaya çalışıp güvenlik önlemleri alırken, bazıları inkâr halinde salgını yok sayıyor. Bazı kişiler de panik halinde paralize olup ne yapacaklarını bilmiyorlar. Genel olarak baktığımızda; koronavirüsü kapma, hastalanma ve sevdiklerimize bulaştırma kaygılarımızın yanı sıra yaşadığımız belirsizlik durumu da her geçen gün endişelerimizi artırıyor. Diğer yandan işte oluşabilecek problemler; gelir kaybı, sosyal izolasyon gibi durumlar da bizleri endişelendiriyor.
Kaygı ne kadar keyifsiz bir duygu olsa da bizleri potansiyel tehlikeli durumlara karşı hazırlıklı olmaya ve kendimizi korumaya teşvik eder, bunu unutmayalım. Örneğin, şu an sahip olduğumuz koronavirüsle ilgili kaygılar; dışarı çıkmamamıza, çıkarsak kalabalık yerlerden kaçınmamıza, ellerimizi sık yıkamamıza ve dokunduğumuz yerlere ekstra dikkat etmemize neden oluyor. Bu nedenle; biraz kaygılanmanın her zaman olumsuz bir durum olmadığının farkına varalım. Ancak kaygı seviyesi arttığında, olumsuz durumlar ortaya çıkabiliyor.
Özellikle ölüm korkusu, insanları panik durumuna sürükleyebiliyor. Panik anlarında; duygularımız reaktif, düşüncelerimiz mantıksız ve davranışlarımız da dürtüsel olabilir. Örneğin insanların panik halinde gereğinden fazla sağlık ve yemek malzemesi aldıklarını, bu sebeple de başkalarının kendi ihtiyaçlarını karşılayamaması gibi problemlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Unutmayın ki panik; virüsten daha hızlı yayılır, bu nedenle zincirleme bir reaksiyona neden olabilir.
Kaygılarınızı pekiştirecek davranışlardan kaçının
Bazı insanların bu gibi olağandışı durumlarda; yüksek kaygıyla beraber empati ve sağduyu gibi özelliklerini kaybettiklerini görebiliyoruz. Bazı kişilerde de ölüm korkusunun tetiklediği; bencillik ve saldırganlık onları kontrolsüz davranmaya itebiliyor. Bunların yanı sıra kişilerde umudu kaybetme, tahammülsüzlük, çabuk sinirlenme ve kaçınma davranışları da ortaya çıkabiliyor. Duygularda sürekli, iniş ve çıkışlar da görülebiliyor. Salgının ortaya çıkardığı bir başka durum ise etiketleme. Travmatik bir durumun içerisindeyiz ve bizler kendi başına gelmese de başkalarının travmalarından etkilenme özelliğine sahibiz. Geçmişe baktığımızda, hasta olarak etiketlenen kişilerin toplumdan dışlandığını görüyoruz. Şu anda da koronavirüs nedeniyle, bu etiketlemeler olabiliyor. Etiketlemeler, kişilerin kaygı seviyesini artırmakla beraber hastalıklarını da gizlemelerine sebep olabiliyor. Sürekli kaygı ve panik durumu da uyku problemlerine ve depresyona yol açabiliyor. Bunların yanı sıra kişilerin obsesif düşüncelerinde artış görüyoruz. Tekrarlanan kontrolsüz düşünce olan mikrop bulaşacak obsesyonu ve buna eşlik eden elleri sık yıkama davranışı, kişinin işlevselliğini bozduğu takdirde bir sorun haline gelebiliyor. Bazılarında ise haber alma takıntısı ve sürekli interneti kontrol etme davranışı ortaya çıkabiliyor. Takıntılara her zaman, davranışın eşlik etmesi gerekmez. Örneğin bazı kişilerin sadece, salgın odaklı olduklarını ve bu nedenle kaygı seviyelerinin yüksek olduğunu görüyoruz. Kişiler bu durumlarda kaygılarını pekiştirecek davranışlardan kaçınmalı ve aşırıya kaçmamaya dikkat etmelidir.
Bu sürecin etkileri kalıcı mı olacak?
Pandemiler tıpkı doğal afetler gibi, insan hayatını tehdit ettiği için ruhsal travma etkisi oluşturmanın yanı sıra etkileri de daha uzun süreli olacaktır. Şu an belirsizlik içerisindeyiz, bu durum daha kaç ay sürecek ve sonrasında neler olacak tam olarak bilmiyoruz. Ancak düzenimizde ve beklentilerimizde değişiklikler olacağı bir gerçek. Öncelikle; sık el yıkama, dışarıdayken ekstra dikkatli olma ve elimizi yüzümüze götürürkenki farkındalığımız kolay yok olmayabilir, tehdit geçse de alışkanlıklarımız uzun süre bizlerle kalabilir. Fiziksel temasta da önceden olduğu gibi rahat bulunamayabiliriz. Kişilerle birebir görüşme yerine, internet üzerinden görüşmeler tercih edilebilir. Fiziksel olarak uzak olsak da internet üzerinden erişim sayesinde, daha fazla insanla bağlantı kurabildiğimizi gördük. İnsanların öncelikleri değişti, kapitalizmin dayattığı aşırı tüketimin esiri olmaktansa, artık herkes öncelikle temel ihtiyaçlarını düşünüyor.
Tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle beraber, insanların daha tutumlu olduğu bir dünya görebiliriz. Basit zevkleri daha fazla takdir ediyoruz. Bu durumların sürekliliği de devam edecektir. Diğer yandan, insanlar uzman görüşlerine önem veriyor ve bilirkişileri dinliyorlar, bu nedenle uzmanların önemi de ileriki zaman da daha fazla vurgulanacaktır. Bize istenmeden verilen bu boşlukta, kim olduğumuzu ve neye önem verdiğimizi düşünecek zamanımız oldu. Bu durum uzun vadede, kendimizin daha iyi versiyonunu keşfetmede bize yardımcı olabilir. Dijitalleşmenin hızlandığını şimdiden görmeye başladık. İnsanlarda da bu durum, güvendikleri dijital platformları tercih etmelerine sebep olacaktır. Güven meselesi, her alanda karşımıza çıkabilecek bir durum, yemek istediğimiz restorandan kullandığımız aplikasyonlara kadar. Şu an yaşadığımız güvensizlik duygusu da kolayca kaybolmayacaktır. Arkadaşlarımızla buluşurken, toplu yerlere giderken içimiz de en azından bir süre huzursuzluk olacaktır. Ancak şu an bu durumu inkâr eden ve gereken önlemleri almayan kesim, diğerlerine göre hayata kaldığı yerden daha rahat devam edecektir.
Sosyal ortamlar bu süreçten nasıl etkilenecek?
Evet, kendimizi geliştirebilecek zaman boşluğuna düştük ama dış etkenlerin de bizi buna ittiği bir gerçek. Örneğin restoran ve kafelerin kapanmasıyla, yemek yapmayı bilmeyenler ilk yemek denemelerini yaptılar ya da yemeği eskisine göre az yapanlar bunu yapmayı ne kadar sevdiklerini hatırladılar. Peki, her şey normale döndüğünde ve bu yerler açıldığında ne olacak? Öncelikle bu yerlerde de birtakım değişiklikler olacaktır. Sosyal mesafeye dikkat edilen yeni oturma düzenleri yapılabilir. İçeride belli bir sayıda insan olmasına dikkat etmekle beraber, belli saat aralıklarında çalışma durumu olabilir. İnsanlar açık hava olan yerleri tercih edecektir. Güven durumu, burada da yüzünü gösterecektir. Örneğin bu süreci iyi idare eden, hijyene dikkat eden yerler ileride daha fazla tercih edilecektir. İnsanların önceliği en sevdiği yemek olan yerdense, en güvendiği ve huzur bulduğu yer olacaktır.
Peki bu kaygılarımızla nasıl baş edeceğiz?
Öncelikle günlük rutinimize bağlı kalmaya çalışmamız önemli. Mümkün oldukça aynı saatte uyanıp ve yatıp, günlük aktivitelerimizin yapabileceğimiz kısımlarını yapmaya çalışmalıyız. Çoğu çalışan evden çalışma sistemine ve öğrenciler de aynı şekilde online ders sistemine geçti. Bu sisteme geçen kişiler, her zamanki saatlerinde kalkıp, işlerini halledip en rahat ettikleri yerde oturarak evde çalışmanın verdiği rahatlığı sürdürebilirler. Spor ve egzersiz yapmaya çalışın, teknolojinin avantajlarını kullanın. İlgilendiğiniz spor dalının çeşitli videolarını açıp, özgürce kendi sporunuzu yapacak bir alan oluşturabilirsiniz. Kalabalık olmayan, evinize yakın yerlerde kısa yürüyüşler yapıp, sosyal mesafeye de dikkat ederek temiz hava almaya çalışın. Bedensel hareketsizlik strese bağlı tepkileri yoğunlaştırır bu nedenle aktif olun, “Nasılsa evdeyim sonra yaparım” diye ertelemeyin. Meditasyon ve nefes egzersizleri de deneyebilirsiniz. Buralarda kullanılan teknikler akciğer kapasitesini arttırarak odaklanmanıza ve zihninizin berraklaşmasına yardımcı olacaktır.
Zamanınızı verimli kullanın
Evde yeterince zaman geçirememe durumundan rahatsız olanlar, zamanla ödüllendirildiniz. Eşinizle, çocuklarınızla ilgilenin ve onlarla ilişkinizi kuvvetlendirmek için bu durumu bir fırsat olarak görün. Fiziken izole olmamız, sosyal olarak da izole olmamız anlamına gelmiyor. Yine teknolojinin avantajlarını kullanarak sevdiklerinizle, uzun zamandır görüşemediklerinizle konuşun. Onlarla bu dönem geçtikten sonra yapacaklarınızı planlarsanız geleceğe yönelik motivasyonunuz da artacaktır. İzleyemediğiniz film, dizi ve okuyamadığınız kitap listesi yapın. Daha önce yapmadığınız bir yemeği yapmayı deneyin. Evinizde yeni düzenlemeler yapın. Kendinize yararlı olacak veya ilginizi çeken bir online kursa yazılın. Kulağa basit gelse de bu eylemlerde bulunmak kaygılarınıza bir süre ara vermenizi, rahatlamanızı ve yaşam kalitenizi artırmanızı sağlayacaktır.
Kendinize karşı şefkatli olun
Zor bir dönemden geçiyorsunuz ama yalnız değilsiniz. Normaldeki üretkenliğinize ulaşamadığınızda ya da yapacağınız işe bir türlü konsantre olamadığınızda durun ve kendinize yüklenmemeniz gerektiğini hatırlayın. İdeal olmayan koşullarda elinizden geleni yapmaya çalışıyorsunuz, bu durumu farkına varın. Kendinize hata payı verebilirsiniz. Yavaşlamayı deneyin, böylece günlük yaşamınızdaki basit zevkleri daha fazla takdir edebilirsiniz. Anda kalın. Bir aktivitede bulunurken telefonunuzu sürekli yanınızda tutmayın, yaptığınız şeye odaklanın. Yavaş yemeyi öğrenin, lezzetleri ve dokuları takdir edin. Bunu yaparsanız; hem daha az yemekle doygunluk yaşarsınız hem de yemeğin tadından daha fazla zevk alırsınız. Arkadaşlarınızla, ailenizle konuşurken onlara odaklanın, başka şeylerle ilgilenmeden dinleyin.
Kontrol edebildiklerimize odaklanın
Kontrol edemedikleriniz hakkında kaygılanmaktansa, kontrol edebildiğiniz durumlara bakın. Bu virüsün ne kadar yayıldığını ya da size nereden bulaşabileceği gibi durumları düşünmek, kaygınızın artmasına neden olacaktır. Bunları düşünmektense, kontrolü ele alın ve yapabileceklerinize bakın. Kişisel bakım ve sağlık uygulamalarından başlayabilirsiniz. Sağlıklı beslenin, uyku düzeninize dikkat edin, ellerinizi iyi yıkayın, bedeninizi aktif tutun ve egzersiz yapın. Bağışıklığınızı nasıl güçlendirebilirsiniz, araştırın. Diğer yandan, dışarı çıkmanız gerekiyorsa bununla ilgili önlemler alın, dezenfektan kullanın, sosyal mesafeye dikkat edin, kıyafetlerinizi değiştirin, evinizi havalandırın. Düşününce ne kadar kontrol edebildiğiniz durumun olduğunun farkına varın, elinizdeki gücü hissedin.
Kaygılarınızı somutlaştırın
Kaygımızı düşünceye dökmediğimiz durumlarda, onun esiri olabiliyoruz. Bu nedenle; kaygınızı somutlaştırın. Kendinize sorun: “En kötü senaryo ne olabilir ve bunun gerçekleşme ihtimali ne kadardır?” Kanıtlara bakın. Negatif düşüncelerinizi bir kâğıda yazıp, alternatiflerini bulmayı deneyebilirsiniz. Örneğin “Bu virüsten asla kurtulamayacağız” diye endişelendiğinizde pandemilerle ilgili geçmişteki gerçeklere göz atıp, alternatif ve gerçekçi düşünceler oluşturabilirsiniz. Pandemilerin belli bir süreden sonra sona erdiğini ve dünya düzeninin geri geldiğini kendinize hatırlatabilirsiniz.
Güvenilir kaynaklara bağlı kalın
Birçoğumuz her şeyden haberdar olmak istiyoruz ve sürekli gelişmeleri takip ediyoruz. Öncelikle bu bilgilendirmeleri, güvenilir kaynaklardan izleyin ve okuyun. Uzman olmayan kişilerin önerilerine itibar etmeyin. Diğer yandan virüsle ilgili sürekli haber okumak ve sosyal medyada olmak endişelerimizi artırabilir. Bu nedenle kendinize sınırlamalar koyun. Elinizde telefonu sürekli tutmayın. Örneğin film izlerken kendinizi sürekli haberleri kontrol etme ihtiyacında bulmayın, anda kalın ve filmin zevkini çıkarın. Sonradan bu bilgiye zaten ulaşacaksınız, kaygı havuzunun içinden çıkmaya fırsat bulmuşken, tekrar geri dalmayın. Kaygınızla baş edemiyorsanız yardım istemekten çekinmeyin, duygu ve düşüncelerinizi paylaşın. Birçok terapist internet üzerinden online terapi yapmakta, bu servisten faydalanabilirsiniz.
Bu durumun geçici olduğunu kendinize hatırlatın
Unutmayın, yalnız değilsiniz. Dünya üzerindeki her insanı eşit gören bu virüse karşı tüm dünya olarak savaştayız. Geçmişte insanlık nasıl diğer virüsleri atlattıysa, bu virüsü de birlik ve beraberlik içinde atlatacağız. “Evde sıkılıyorum” dediğinizde, gece gündüz uyumadan bizler için çalışan sağlık çalışanlarını düşünün. Salgının durması ve normal yaşamımıza dönmemiz için çalışan dünya uzmanlarını düşünün ve bu durumun geçici olduğunu kendinize hatırlatın. Yaşam enerjinizi yitirmeden, sağlıkla kalın.
“Sosyal yaşamımıza geri dönsek de virüsle yaşamayı öğreneceğiz”
Tüm dünyada etkili olan koronavirüs salgını ülkemizde de yaşanıyor. Sosyal yaşama, iş hayatına ara verdik, evlere kapandık. Peki bu süreci nasıl atlatacağız, nasıl üstesinden geleceğiz. Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Psikolog Sena Sivri konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Koronavirüs salgını içinde bulunduğumuz süreçte insan davranışlarını nasıl etkiledi ve etkiliyor?
Koronavirüs salgını herkesi birçok farklı şekilde etkiledi. Salgın hastalıklar, doğal afetler ve benzeri durumlar tarih boyunca insan hayatının bir parçası oldu ve hepsi oldukları dönem için yeni ve farklı zorlukları beraberinde getirdi. Pandemi ise hiçbirimizin bu zamana kadar tecrübe etmediği ve yaşamımızda ciddi değişiklikler yapmamız, önlemler almamız gereken bir süreç oldu. İlk etapta verilen tepkileri üç farklı şekilde gördük. Bana bir şey olmazcılar, realistler ve aşırı kaygılılar olarak üç farklı grup olarak tanımlayabiliriz bunları. Bana bir şey olmazcılar daha umursamaz davranışlar sergileyip düzenlerinin bozulmasına direnç gösterenlerdi. Aşırı kaygılılar hijyen ve izolasyon konusunda aşırı abartılı önlemler alanlar ve kaygılarıyla baş edemeyenlerdi. Realistlerse gerçekçi bakış açısı ile önlemleri alan ve uygulayanlardı.
Koronavirüs salgını sonrası insanların beklentilerinde, eğilimlerinde ve tercihlerinde değişim bekliyor musunuz, neler olabilir?
Tabii ki bekliyorum. Koronavirüs sonrası diye tanımlamak ne kadar doğru tartışılır; çünkü virüs ortadan kaybolmayacak büyük ihtimalle. Biz onunla yaşamayı öğreneceğiz. Sosyal yaşamımıza, iş hayatımıza geri döneceğiz fakat virüsün varlığını yok saymadan ve gerekli tedbirleri alarak tabii. Beklentilerimiz her şeyin eski düzeninde olması yönünde olsa da tercihlerimiz daha tedbirli tercihler olacaktır.
Salgının etkileri insanlar üzerinde ne kadar sürer, kalıcı izler bırakır mı?
Salgın bireysel ve toplumsal bir travma oluşturdu. DSM 5 tanımına göre ‘travma’ bireyin yaşamsal tehlike, yaralanma, cinsel saldırı gibi olaylara fiilen maruz kalması ya da bunların kıyısından dönmesi, bu tür olaylara tanıklık etmesi veya bir yakınının başına böyle bir olayın gelmesi olarak kabul edilir. Koronavirüs pandemisi de travmatik olma özelliği taşımıyor. Travmatik yaşantılar sonrası kimi bireylerde travma sonrası stres bozukluğu ortaya çıkabiliyor. Ama bu herkeste olacak anlamına gelmiyor. Herkeste olması beklenen ortalama bir ay gözlemlenen duruma akut stres tepkileri deniliyor.
Restoranlar, kafeler gibi insanların toplu halde bulunduğu mekânlarda nasıl bir değişim bekliyorsunuz?
Koronavirüs ile beraber yaşama yaklaşımı doğrultusunda toplu mekânların hepsi için virüs riskinden kaçınma, sosyal mesafeye önem verilecek şekilde yeni bir düzende olmalarını bekliyorum. İlk etapta insanların çoğu açısından belli düzeyde kaçınma, gitmeye tereddüt etme, zamanla rutine geri dönme de eski rutine adapte olma konusunda beklediğimiz davranışlar.
Salgını milat kabul edebilir miyiz? Salgın sonrası başka bir dünya mı olacak?
Hem kabul edebiliriz hem edemeyiz. Salgın sürecinde salgının sebep olduğu sosyal düzen, ekonomik düzen, iş hayatındaki düzen gibi akla gelebilecek hayatın her segmentinde farklı bir düzen kuruldu. Bunların da ekonomik başta olmak üzere birçok alanda negatif getirileri oldu. Salgın sonrası süreçte de tüm bunlar için hem eskiye ait hem de farklı bir düzenin oluşturulmasının gerektiğini düşünüyorum. O yüzden eskiyle bağlantılı ama yeninden şekillendirilmiş bir düzen olacağını söylemek en doğrusu olacaktır.
Bu süreçte ruh sağlığımızı korumak, moral ve motivasyonumuzu düşürmemek için neler yapabiliriz?
Bu durumun beraberinde getireceği birçok duygu olacaktır. Yapmaktan kaçınılması gereken en önemli şey duygulardan kaçmak kaçınmak, yok saymak. Salgın sürecinde ilk etapta çok güçlü bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkan “Bu süreci aşırı verimli geçiriyorum. Sabah spor, sonra ekmek pişirme, sonra şu hobi, sonra meditasyon, sonra iş, sonra…” yaklaşımını gözlemledik. İlk an itibarıyla herkes salgını yok sayıp evde ne kadar verimli mutlu ve iyi olduğunu tüm sosyal ağlardan duyurma ve bunu abartılı bir şekilde yapma eğilimindeydi. Burada karşılaştığımız bu duruma karşı ciddi bir duyguları reddetme, inkâr mekanizmasıydı aslında. Tüm travmatik süreçlerde en çok kaçınmamız gereken bu. Bu savunma mekanizmamızın farkına varıp duygularımızı ifade etmeliyiz. Sözel ya da yazılı yolla tüm bu sürecin hissettirdiklerini ifade etmeli, farkına varmalıyız ki süreci daha sağlıklı geçirebilelim. İfade edilemeyen her duygunun bize fiziksel ve psikolojik zararlar vereceğini unutmamak gerek.
Rutinlerin konforu bu süreç için faydalı olur. Yeni düzene ait bir rutin oluşturun. Yeni bir hobi edinmek, yeni alışkanlıklar geliştirmek, yeni şeyler öğrenmek herkese iyi gelecek.
Sosyal destek bir o kadar önemli. Telefon, sosyal medya kanalları, görüntülü konuşma gibi yöntemlerle sevdiklerinizle düzenli iletişimi sürdürmek moralinizi yüksek tutar.
Motivasyon duygusuna en iyi hizmet eden şey işlevselliktir. İşlevselliğinizi sürdürülebilir kılın. Herkes bu süreçte işten, sosyal hayattan vb. uzak kaldı ve eski üretkenlik ve işlevsellikleri azaldı. O yüzden üretkenliği, işlevselliği yeni ve farklı alanlarda sürdürmek motivasyonu yüksek tutar.