Aşk bir çeşit bağımlılıktır, yakıcıdır, acı verir… Çünkü sizi dönüştürür, büyütür. Peki kişisel ve benzersiz bir deneyim olan bu acıya hangi yemek iyi gelir? Damaktan kalbe uzanan yolda mutluluk hangi lezzetlerde gizli?
Aşk bir anda gelir sizi bulur. Nerede, ne zaman, nasıl geleceği bilinmez. Nasıl yağmur, fırtına, deprem gibi doğa olaylarına engel olunamıyorsa aşka da engel olunamaz. Aşk geldiğinde hiç gitmesin, hiç bitmesin, sonsuza dek sürsün istersiniz; tıpkı Leyla ve Mecnun’un, Aslı ile Kerem’in aşkları gibi… Ne yazık ki sonsuz aşklar efsanelerde yaşar… Aşk, bilinmezlerle dolu fantastik labirentlerin içindeki riskli, heyecanlı ve belirsiz, masalsı bir yolculuktur. İnsan bu yolculuğa çıkarak aşkın büyüsüne kapılmak için sonsuz bir istek duyar. Ancak aşk ayakları yerden kesip, mutluluktan göklere uçurduğu gibi, acı ve üzüntüyle yerlerde de sürükleyebilir. Peki bu kadar mutlu edebilen aşk aynı zamanda nasıl acı verebilir?
Aşk bağımlılıktır
Arzunun fitilini ateşlediği aşk, görür görmez olabilir. Aşk, seks, duygu ve değerlerin toplamı olan bir yatırımdır. Aşkta cinsel istek, zevkin arayışıdır ve her zaman bir ötekine odaklanır. Bu zevk arayışı, ötekinin ele geçirildiği, öteki tarafından da ele geçirilmiş olunan ve iki tarafın birbirine nüfuz ettiği duruma ulaşmaya çalışır. Şehvete bulanmış aşkta duyulan arzu ve tutkunun sonucu olarak seks vazgeçilmez bir bileşendir. Jose Ortega Gasset’in söylediği gibi: “Duygusal bir etkinlik olarak sevgi, bir yanda tüm zihinsel işlevlerden, algılama, düşünme, inceleme, anımsama, imgelemeden, öte yanda da çoğu zaman karıştırıldığı arzudan ayrılır. İnsan susadığı zaman bir bardak suyu arzu eder ama onu sevmez. Kuşkusuz arzular sevgiden doğar ama sevginin kendisi arzu değildir.” Aşk himaye edilmek, anlam ve önem kazanmak, bir başkasının içinde erimek, hem öteki olmak hem ötekini kendin yapmaktır. Bu anlamıyla aşk bir bağımlılıktır ve bu nedenle acısı uzun sürer.
Aşk yakıcıdır
Aşk, yakıcı bir tutku ve arzudur. Aşkta hissedilen tutku ve arzu tatminsiz bir yoğunlukta olduğundan özlemle doludur; çünkü yoğun arzu daima yoksunluk duygusu yaratır. Aşkın da temelinde eksiklik, yani sahip olunmayanı arzulama vardır. Freud, “İnsanoğlunun erotik yaşamındaki sayısız tuhaflık ve âşık olma sürecinin kompulsif karakteri, çocukluğa başvurmaksızın ve çocukluktan kalma etkiler değerlendirilmeksizin neredeyse anlaşılmazdır” demiştir. Çünkü herkesin ilk aşk nesnesi anne ya da babasıdır ve her yetişkin ilk aşk nesnesinin içsel imgesini temsil eden bir âşık arar. Diğer bir ifadeyle âşık olmak, ilk aşk nesnesiyle yeniden bir araya gelmeyi temsil eder. Âşık olurken, çocuklukta oluşan ve ego sınırlarının olmadığı içsel aşk imgesinin kusursuz birlikteliğine dönüş arzusu canlanır. Aşk nesnesi ego idealinin yerini alır; yani kişi, âşık olduğu kişiyi kendisinin bir parçası yapar. Bu özellikleriyle aşk, şiddetli ve yoğun bir duygudur ve âşık olduğumuzda bu duygumuzu o kişiye var gücümüzle yöneltiriz. Aşk muhakemenin olmadığı, inatçı ve koşulsuz bir benimsemedir. Aşk kendisinden ödün vermez, kendi kuralları, kabulleri ve tutumlarını kendi oluşturur. Âşık olduğumuzda karşımızdakine eleştirel olmayan bir ilgi duyarız. Aşk esnek değildir, bükülemez, bölünemezdir. Rochefoucauld’un söylediği gibi: “Aşk bir ayaklanmadır. Âşık kişi eleştiri adına kendisine yönelen her ussal belirlemeye bir ayaklanmayla karşılık verecektir.” Aşk gizemle beslenir ve er ya da geç aşka acı bulaşır.
Aşk acı vericidir
Aşk acı vericidir; çünkü sizi dönüştürür. Aşk sizi büyütür. Acıyı veren aşkın kendisi değil, yarattığı değişimdir. İnsan ruhunda her değişim, yarattığı etki ölçüsünde acı vericidir; çünkü her değişim, yeni bir durumun başlangıcı ve eski durumun sonlanışıdır. Her sonlanış, kimi zaman bir vazgeçiş, kimi zaman bir kayıp, kimi zaman ise bir vedadır. Ego değişime direnir; çünkü kontrolü kaybetmekten korkar ve bilinmeyenin tahmin edilemezliği konusunda güvensiz hisseder. Aşk, egonun ölümü anlamına gelir; çünkü aşk kontrol edilemez, sadece alınabilir ve kabul edilebilir. Ancak sonunda acı olsa da aşk insanı büyütür, olgunlaştırır ve güçlendirir. Aşk acısı boşuna çekilmiş bir acı değildir; çünkü insanı daha yüksek bir bilinç seviyesine taşır. Aşktan korkmak ve aşk acısından kaçmak karanlık bir hücrede kapalı kalmak gibidir. Aşkın her şeyden daha fazla acı vermesine neden olan temel duygular; korku, öfke, çaresizlik, yalnızlık, kıskançlıktır. Aşk acısı duygusal acıların en zor katlanılanlarından biridir; çünkü umutlarımız ve hayallerimiz yıkılır, kendimizi kaybolmuş ve yalnız hissederiz. Aşk acısının en büyük nedeni kaybetme korkusudur; aldatılmış, kandırılmış veya kalbi kırılmış olarak bırakılmaktan korkmaktır. Korku belirsizlik olduğunda ortaya çıkar. Aşk belirsiz ve kırılgandır. Bir gün orada, ertesi gün gitmiş olabilir. Bu yüzden de aşk kaybetme korkusuyla beraber yaşar. İşte sırf bu yüzden bazıları âşık olmaktan korkar ve kaçar.
Aşk acısı nasıl geçer?
Aşk acısı evrensel bir insan deneyimi olsa da kesinlikle kişisel ve benzersizdir. Dolayısıyla bir ölçüme veya sınıflandırmaya indirgenemez ve aşk acısı çekmekten kaçınmanın bir yolu yoktur. Hiç dinmeyecekmiş gibi hissedilen aşk acısının ilacı da zamandır. Zaman ilacının yanı sıra kendinizi başka faaliyetlerle meşgul ederek çektiğiniz acıyı ya da süresini azaltabilirsiniz. Örneğin yemek, üzüntü ve strese karşı yatıştırıcı etkisini en hızla hissettiğimiz ve en kolay ulaşabildiğimiz doyum araçlarından biridir. Bunun nedeni beyin biyokimyasındaki, yemek ile duygular arasında ilişki kuran hormonların etkisidir. Stresli ve gergin durumlarda, mutluluk hormonları olarak da bilinen serotonin ve endorfin hormonlarının daha fazla salgılanmasını artıran şeker ve karbonhidrat ağırlıklı gıdaları tüketmek hızlı ve tatmin edici bir rahatlama sağlar. Asırlardır aşk ve romantizm ile özdeşleştirilen çikolatanın içerdiği feniletilamin ve serotonin ‘iyi hissettirici’ bir etkiye sahiptir. Bunlara ek olarak, çikolatadaki ‘anandamid’ adlı madde beyinde marihuana ile benzer etkiye sahiptir. Çikolatadaki anandamid miktarı marihuana gibi ‘uçurmaya’ yetmese de serotonin ve feniletilaminin verdiği mutluluk hissini artırmak için yeterlidir. Öte yandan az pişmiş kanlı bir bifteği, tıpkı Türk filmlerinde Erol Taş’ın yediği iştahla yemek de aşk acısının kökenindeki ilkel duyguları tatmin ve teskin etmeyi sağlayacak bir yol olacaktır.