Duygusal açlığın yarattığı doyumsuzluğu gidermek için kimileri aşkla, kimileri ise onun ikamesi olan yiyecekle doymaya çalışır. Ama unutmayın ki, mideyi yemekle doldurmak ruhtaki duygusal boşluğu sadece sembolik olarak giderir.
Fiziksel ve duygusal olarak acıkırız. Fiziksel açlığımızı yemek yiyerek gideririz, peki ya duygusal açlığımızı? Duygusal açlığımızı tatmin etmek için sevgi, yakınlık, onaylanma ve güven ararız. Ancak bazı kişiler ne kadar yese de doygunluğa ulaşamaz; yedikçe yer, sevgiye doymaz daha fazlasını ister. Çünkü ihtiyacı olanı alamadığını hissederek doyumsuzluk yaşar. Bu doyumsuzluğun kökleri öyle derinlerdedir ki, taa bebeklik dönemine kadar iner.
Fiziksel açlık ve duygusal açlık
Açlık ve tokluk fiziksel duyumlardır. Açlık, yemek yeme ihtiyacını doğurur. Tokluk, açlığın giderilmesi, doygunluk hissedilmesidir. İştah, yemek yeme arzusudur. Açlık, tipik olarak tokluk hissinden 4-5 saat sonra ortaya çıkan rahatsız edici bir histir. Tokluk ise yemek yedikten 5 ila 20 dakika sonra ortaya çıkan bir tatmin hissidir. Fiziksel açlık, dünyaya gözümüzü açtığımızda duyduğumuz ilk histir.
Yeni doğan bebeğin aradığı ilk şey annesinin memesidir. Ancak bu his sadece fizyolojik bir ihtiyacın karşılanmasından çok ötedir. Bebek fiziksel açlıkla duygusal açlığı aynı anda yaşar. Annesini sadece karnını doyurmak için emmez. Onun için tüm olanakların sağlandığı en güvenli ortam olan anne karnından çıkıp, bilmediği kocaman bir dünyada küçücük bir varlık olarak kendi başına olmanın güvensizliğini ve huzursuzluğunu gidermek için annesinin memesine sıkı sıkıya yapışır. Böylece annesine artık göbek bağı ile olmasa da memesiyle bağlanarak kendini güvende hisseder. Bebeğin annesiyle kurduğu bağ, annesinin göz teması, dokunma, gülümseme ile verdiği karşılıklarla giderek güçlenir. Annesi yanında olmadığında ya da ondan bu karşılıkları alamadığında huzursuz olup ağlar.
Duygusal açlık, çocukluktaki sevgi ve şefkat yoksunluğunun neden olduğu güçlü bir duygusal boşluktur. Bu boşluk, yetişkin bir ilişkide asla tam olarak tatmin edilemeyen hem sömürücü hem de yıkıcı olan güçlü bir duygudur.
Bağlanma stilleri
Bebeğin annesiyle kurduğu bağın bir birey olarak dünyayla ve başkalarıyla kuracağı ilişkilerin temelini oluşturduğunu öne süren ‘bağlanma kuramı’nda ünlü psikolog John Bowlby, bireyin ilk ilişkisini, anne ya da annenin yerine temel bakım veren biriyle kurduğunu vurgular. Bu ilişkide bebeğin fiziksel ve duygusal ihtiyaçları karşılanırsa bebek sevildiğini ve onaylandığını duyumsayarak kendini güvende hisseder, dünyayı da güvenilir ve olumlu bir yer olarak algılar. Ancak bu ilk ilişki herkes için olumlu ve doyum sağlayıcı olmaz. Bu farklılık her bireyin dünyayla ve başkalarıyla kurduğu bağın da farklı olmasına neden olur. Erken çocukluk döneminde anne ya da birincil bakım veren kişiyle oluşan bağa göre yetişkinlikte başkalarıyla kurulan ilişkilerin belirleyicisi olan dört bağlanma stili vardır:
Güvenli bağlanma: Kişi olumlu benlik algısına sahiptir, kendini sevilmeye değer bulur. Güven ve destek alacağını düşündüğünden başkalarıyla yakın ilişkileri başlatma ve sürdürmede başarılıdır.
Kayıtsız bağlanma: Yüksek özsaygıya sahiptir, özerkliğe aşırı derecede önem verir, başkalarına karşı olumsuz tutuma sahip olduğu için yakın ilişki kurmayı gereksiz bulur.
Saplantılı bağlanma: Kendini sevilmeye değer görmezken başkalarının değerli ve sevilebilir olduğunu düşünür. Bu nedenle başkalarının onayını ve kabulünü kazanmaya çalışır. Yakın ilişkilerinde karşı tarafa yapışma eğilimindedir.
Kaygılı bağlanma: Özsaygısı çok düşüktür, kendini değersiz görür. Başkalarının güvenilmez ve reddedici olduğunu düşündüğü için yakın ilişki kurmaktan kaçınır ya da ilişkilerinde çok fazla sorun yaşar.
Doyumsuzluğu giderme çabası
Bağlanma stili genel anlamıyla kişinin yaşamını yönlendiren içsel bir modeldir. Bu model güvenli bağlanma stilindeyse kişi hem kendi hem de başkalarına ilişkin olumlu algılarıyla doyumlu bir yaşam sürerken, diğer bağlanma stilleri kişide çeşitli şekillerde doyumsuzluk yaratabilir. Kayıtsız bağlanma stili olan kişi kendi dışında kimseye güvenmediği için güven açlığı yaşarken, kaygılı bağlanma stili olan kişi hem kendisi hem de başkalarıyla ilgili olumsuz algıları yüzünden içindeki boşluğu doldurmak, saplantılı bağlanma stilindeki kişi ise başkalarına yaranmak için çabalarken doyumsuzluk yaşar. Duygusal açlığın yarattığı doyumsuzluğu gidermek için kimileri aşkla, kimileri ise onun ikamesi olarak yiyecekle doymaya çalışır.
Yakın ilişki kurmaktan kaçınan kişiler yemeği, sıcaklık, zevk ve rahatlama için en güvenli yol olarak görürler. Ama ne yazık ki fiziksel doygunluk, duygusal açlığı gideremez ve doyumsuzlukları onları yedikçe acıktıran bir hal alır. Bazı kişiler de duygusal açlıklarını yakın ilişkilerinde gidermeye çalışırlar. Güvenli bağlanma stili olmayan kişiler için bu çok kolay değildir. Aşkta doyumsuzluk, kişinin gerçek bir güvenlik veya bağlantı duygusu hissetmemesi yüzünden partnerine yapışmasına ya da çok sayıda partnerle arayış içine girmesine neden olur.
Sevginin ikamesi olarak yemek
Aşk, seks ve yemek arasında çok yakın bir ilişki vardır. Karnı çok aç olan birinin romantik hissetmesi zordur. Âşık olan biri ise açlığını hissetmez. Tatmin edici bir ilişkisi olmayan biri, içindeki boşluğu doldurmak ve yalnızlığa katlanmak için durmadan yiyerek, sevginin yerine yiyecekleri koyabilir. Çünkü bebekliğinden beri, sevgi dolu kollarda tutulmak, sevilmek, güvende hissetmek, beslenme ile yakından ilişkilidir. Bebek için yemek sevgidir, yemek bağlantıdır, yemek rahatlamadır. Dolayısıyla bir yetişkinin sevgi ve yakınlık ihtiyacının bir başkası tarafından karşılanmaması onu yemeye yönlendirebilir.
Yemek, öfke, korku, üzüntü, kaygı, yalnızlık, kızgınlık ve utanç gibi rahatsız edici duyguları geçici olarak susturmanın ve doyum yaşamanın en kolay ve keyifli yoludur. Mideyi yemekle doldurmak ruhtaki duygusal boşluğu sembolik olarak doldurur. Öte yandan bazı ebeveynler farkında olmadan, çocuklarını rahatlatmak, reddetmek veya ödüllendirmek için yiyecek kullanarak doyumsuzluk sahnesini hazırlarlar. Benzer şekilde sevginin de ödül olarak aşırı verilmesi ya da ceza olarak sevgiden mahrum bırakılmak, sevgide doyumsuzluğun temelini atar. Doyumsuzluğun giderilmesinin yolu, sevilmek, duyulmak, görülmek, anlaşılmak, takdir edilmek, onaylanmak ve değer verilmektir.
Dr. Cem keçe