Gökçeada Zeytinliköy’ün dar sokaklarında küçük, renkli ve şirin bir mekân, Mina Cafe. Size anlatacak 40 yıllık hüzünlü bir hikâyesi var. Dibek kahvenizi yudumlarken dinlemek, dinlerken de hatıralara dalmak istersiniz belki…
Gökçeada’nın Arnavut kaldırımlı taş sokaklarında, bir mekânın eski tahta masalarında kahvaltımızı yaptıktan sonra Dibek kahvemizi farklı bir yerde içme arzusu ile yürüyoruz. Ne de olsa kahvenin 40 yıllık hatırı var değil mi?
Fakat 40 yıllık hatır kapısından girdiğimiz Mina Cafe bizi 40 yıllık hüzünle karşılıyor. Kafenin sahibi Mina Damda anılarının izini sürüp ait olduğu topraklara 40 yıl aradan sonra tekrar geri dönmüş gerçek bir İmrozlu. Küçük ve sıcacık mekânında misafirlerine büyüklerinden öğrendiği tariflere sadık kalarak organik lezzetler sunuyor.
Açıkçası ben sizlere Zeytinliköy’de hizmet veren Mina Cafe’de yiyebileceğiniz yiyecek ve içeceklerden ziyade mekânın ruhundan ve tozlanmış hatıralarından bahsetmek istiyorum.
İmroz masalı
Mina; kafe olarak hizmete açtığı bu binalarda çocukluğunun gizemini ve ailesinin hatıralarını saklıyor. Kafenin yanında bulunan bina 1945-1976 yılları arasında babası Diyamandi Damda tarafından ‘bakaliko dükkânı’ olarak işletilmiş. 31 yıl sonra dükkânı kapatıp evlerindeki eşyaları bile almadan Yunanistan’a ailece göç ettiklerinde ise geride sadece gözyaşı kalmış.
Bu binanın ne zaman yapıldığı Mina dahil Gökçeada’da kimse tarafından bilinmiyor. Bilinen tek gerçek, kapısına kilit vurulup terk edildikten sonra tam 40 yıl boyunca hiç açılmamış olması. Ta ki Mina’nın Arnavut kaldırımlı sokaklarında oynadığı ve İmroz masalını yaşadığı çocukluğunun izini sürmek için yola koyulduğu 2016 yılına kadar…
40 yıl aradan sonra o soğuk taş duvarların, hüzünlü pencerelerin ve titreyen camların bakışları arasında girmiş içeriye. O heybetli fakat bir o kadar da yorgun ahşap kapıyı ilk açtığında kim bilir neler hissetti?
Yerli yerinde duran eşyalar, binlerce hayal, farkında olmadan geçen ve eskiyen yıllar… Sağda solda saklanmış, tozlanan arzular, eşyalara sinen kokular ve hatıralarla yeniden can bulan kocaman bir mazi…
Bir köşede duran kuru çiçekte, bazen Mina’yı tekrar geçmişe götüren sararmış bir eski resimde, üzeri tozlanmış bir tahta sandıkta veya eski bir eşyada… Hatıralar, hayaller ve yine hatıralar… Eski eşya deyip geçmeyin sakın! İnce, zarif ve naif bir ruhun silueti gezinir üzerinde eski eşyaların…
Peki ya fotoğraflara ne demeli? Bakarken iç titreten o fotoğraflara her seferinde baktığında acaba kendine yenik düştü mü?
Albümlerde, fotoğrafların saklandığı yıpranmış kutularda, aradan 40 yıl geçmesine rağmen yaşayan hayat hikâyeleri, acılar, mutlu yıllar, kaybolan gençlik ve sanki bir rüyadaymış gibi gözlerin önünden akıp giden çocukluk…
Kokular sizin için ne ifade eder?
Peki ya sizin için kokular neyi ifade ediyor? 40 yıl sonra beklemediğiniz bir anda burnunuza çalınan bir koku, buhurdan kanatlarına alıp çok uzaklara bir yerlere götürmeye yeter mi sizi?
Arnavut kaldırımlı taş sokakları saran sakız kokusu, Zeytinliköy’ün her sokağında sizi selamlayan zakkumların kokusu veya soğuk taş duvarların arasına gizlenmiş yosun kokusu…
Ya yıpranmış fotoğraflarda hâlâ seçilebilen gülen yüzlere bakarken sizi etkisi altına alan kâğıt kokusu, bir sehpanın üzerinde duran cam kâsenin içinden odaya yayılan sabun kokusu, ruhunuzu saran İmroz masalındaki ilk yaz akşamlarının kokusu veya yağmurdan sonraki toprak kokusu desem?
Mesela tahta sandıklarda 40 yıldır gizlenmiş anne veya babasına ait birkaç kıyafetini görmek ve kokularını almak acı vermiş midir sizce?
İnkâr etmeyin, her insan hüznü sever! Bazen elinize geçen bir fötr şapka, bir hırka, bir bluz veya bir gömlek… Bazen de sadece bir fotoğrafa bakarken kokusu siner mazinin ellerinize… Bunca yıl geçmişken aradan, o kokunun hâlâ orada olmasına inanabiliyor musunuz? Hem de bir fotoğrafta…
Şimdi artık hayal olmuş birçok şey ve birçok varlık… Emin olun sadece onlardan geriye kalan eskimiş eşyaların hüzünlü hatıralarında yaşıyorlar.
Ama hiç şüpheniz olmasın bir gün öyle bir rüzgâr esecek ki, hepimiz bir hayal olacağız. Evet, evet hem de herkes…
Peki o zaman saklanan eşyalar, gizlenen eski fotoğraflar ve tozlu hatıralar ne olacak? Bunu hiçbirimiz bilemiyoruz. Bilsek de ne fark eder ki zaten yaşanmışlık ile yaşlanmışlık arasında gidip gelmiyor muyuz, bu hayat denilen zaman tünelinde?
Zeytinliköy’ün taş evleri
Velhasılıkelam çok uzattım biliyorum. Eğer Mina’nın evi beton olsaydı emin olun 40 yıl sonra kapısı açıldığında bana kalırsa bu hatıraların hiçbiri ile karşılaşamazdı.
Bina taş olması sebebiyle içindeki eşyalar, tahta sandıklar ve dolaplar sanki ev hiç kapalı kalmamışçasına korunmuştu. Mina 40 yıl sonra kapıyı açıp içeriye girdiğinde her şeyi yerli yerinde ve temiz bulmuştu. Belki bu cümlelere inanmanız zor ama gerçek… Sadece birkaç küçük tadilat ile hazır hale gelmiş Mina Cafe…
Eğer bir gün yolunuz Gökçeada Zeytinliköy’ün dar sokaklarına düşerse tarihi taş evleri mutlaka gezin ve bu binayı da kendi gözlerinizle görün. Ardından küçük, renkli ve şirin Mina Cafe’de bir dibek kahvesi molası verin. Ve mutlaka 40 yıllık gizemi saklayan binada, 40 yıllık hatırı olan bir fincan dibek kahvesinin ilk yudumunda veya yediğiniz damla sakızlı muhallebinin ilk kaşığında beni hatırlayın.
Yazı ve fotoğraf: Emrah Akın – Gurmex.com Kurucusu