Kahve bu topraklara girdiği günden bu yana günlük yaşamın bir parçası olmuş. Siz bakmayın, “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane” dendiğine… Kahveyle birlikte hayatımıza giren kahvehaneler, Osmanlı’dan bugüne önemli sosyalleşme mekânları olarak hep var olmuş, olmaya da devam ediyor.
1517 yılında Yemen’in Osmanlı topraklarına dahil olmasıyla kahve, sınırlarımız içerisine girmiş oldu. Ama Osmanlı sarayından halka inmesi ve kültürümüze girmesi 1543 yılından itibaren gerçekleşti. Yani asıl milat, Yemen Valisi olarak atanan Özdemir Paşa’nın bu sihirli içeceği Osmanlı sarayına getirmesi ve içilmeye başlanması olarak kabul ediliyor. 475 yıllık bu hikâyede o gün bugündür kahve hep başrolde, önemli tarihsel olayların içinde ve kültürümüzün vazgeçilmezi konumunda…
Kahveyle birlikte hayatımıza giren kahvehaneler ise geçmişte de bugün olduğu gibi önemli sosyalleşme mekânları olarak öne çıkıyordu. Bu topraklarda kahvehanelerin doğuşu da oldukça eskilere dayanıyor. Elbette sizleri tarihler ve rakamsal verilerle sıkacak değilim ama önemli bir tarihten, 1554 yılından bahsetmeden olmaz. Bu tarihin önemi, Türkiye’de ilk kahvehanelerin açılış tarihi olması. Tahtakale’de Hakem ve Şems isimli iki kişinin açtığı Kivahan adlı kahvehane, dünyada açılan ilk kahve içilen yer unvanını elinde bulunduruyor. Kahve bu tarihten itibaren sosyal hayatın içerisine dahil oldu. Sokaktaki kahve satıcıları çoğaldı, kahvehane sayıları gittikçe arttı. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, çok kısa zaman içinde yüzlerle ifade edilen sayılara ulaşan kahvehane ve kahve satıcılarının insanları nasıl birleştirdiği ve popülerliğini artırdığını yazması, bunun en güzel kanıtı değil mi?
Kahvehanelerde sadece kahve içilmiyordu, kahve aynı zamanda en derin sohbetlerin de bahanesi oluyordu. İnsanlar sosyalleşme mekânları haline gelen kahvehanelerde gittikçe daha fazla zaman geçiriyordu. Elbette bu durum sarayın da dikkatini çekmiş olacak ki halkın toplanıp bazı zamanlarda devleti ve yönetim biçimini eleştirmeleri tehdit olarak algılandı ve yasaklamalar da peşi sıra gelmeye başladı. Bu yasakların en önemlilerinde Şeyhülislam fetvaları büyük rol oynuyordu. Özellikle Ebu Suud Efendi’nin “Kömür derecesinde kavrulan şeylerin içilmesi haramdır” demesi bile, kahvehanelerin ne kadar büyük bir tehdit olarak görüldüğünü kanıtlıyor. Peki bu yasaklar etkili oldu mu? Halk kahvehanelere gitmekten vazgeçti mi? Hayır. Görünürde yasak olan her şeyin illegal olarak varlığını devam ettirmesi kahvehaneler için de geçerliydi. Hemen başka formüller bulundu. Genelde ön tarafları berber dükkânı, arka tarafı kahvehane olan mekânlar açıldı. Yani halkın kahvehane keyfine engel olunamadı. Hatta konuyla ilgili Fransız bir gezginin paylaştığı gezi notlarında şöyle bir tespite rastlıyoruz: “İstanbul’da bir dönem kahvehaneler vardı. Sonrasında her yerde saç sakal kestirilen birçok berber dükkânı türedi.”
Mahalle kahvehaneleri
Kahvehaneler kendi içlerinde belirli sınıflandırmalarla kitlelerini yaratarak popülerliklerini korudu. İlk önce açılan mahalle kahvehaneleri bu akımın öncüsü oldu. Mahalle kahvehaneleri, bulunduğu mahallenin tüm sorunlarını çözen hatta bir nevi sağlık merkezi haline gelen mekânlardı. Kahvehanelerde sünnet yapılır, herhangi bir kaza geçiren ya da zarar görenlere ilk müdahaleler orada olurdu. Hem mahallenin tüm dedikodusu orada yapılır hem de mahalle insanının naifliği ve birbirini tanımasının verdiği avantajlarla tüm sorunlar kahvehanelerde çözüme kavuşurdu. Bu yüzden olsa gerek, bu tip kahvehanelere ‘encümen-i zürefa’ adı verilirdi.
Esnaf kahvehaneleri
İlerleyen zamanda mahalle kahvehanelerine alternatif olarak esnaf kahvehaneleri açıldı ve farklı bir amaçla varlıklarını oluşturmaya başladılar. Bu kahvehanelerde adından da anlaşılacağı üzere ticaret yapılır, işler halledilirdi. Her iş tipine ve var olduğu yere göre toplanma kitlesi değişir, o bölgenin ticaret yapısına yön verirdi. Balad, Beyazıd, Eminönü, Aksaray gibi yerler bu kahvehane türü ile beraber İstanbul ticaretinin kalbini oluşturmaya başlamıştı. Haliç kıyılarındaki kahvehaneler iş bulma kurumu gibi çalışırdı. İşçi sınıfı genelde bu kahvehanelere gider, ne iş yapılacaksa işveren gelir ve oradan yaptıracağı işe uygun adam seçerdi. Kapalıçarşı, Beyazıd gibi yerlerdeki mekânlarda ise yüksek iş potansiyeline sahip kişilerin ticareti yapılırdı. Her kahvehane, tıpkı birer kurum veya günümüzdeki toplantı merkezleri gibi işlev görür, gerekli bağlantıları sağlardı. Kahvehaneler sosyal hayatın içerisindeki yerlerini iyice sağlamlaştırmıştı.
— Semai kahvehaneleri
Peki o dönemlerde insanlar nasıl eğlenirdi? İşte eğlence deyince semai kahvehanelerinden bahsetmemiz gerekiyor. Gündüz normal kahvehane işlevi gören bu mekânlarda akşam olunca çalgılı eğlenceler yapılırdı. İnsanlar meddahlık, Karagöz-Hacivat gibi kültürel mirasımızı oluşturan ortaoyunlarını izler ve aktivitelere katılırdı. Bu kahvehanelerin de kendi içlerinde belirli ritüelleri vardı. O mahallenin kabadayı ağır ağabeyleri geldiklerinde ön masalar hemen boşaltılır, arka masalara geçilir ve çok fazla ses çıkarmadan müzikler dinlenirdi. Tabii giyilen süslü ve güzel kıyafetler ve o masanın gerekliliği olan bahşiş de o mahalle raconunun olmazsa olmazları arasındaydı.
Manilerin okunduğu gecelerde kendi içlerinde de popüler olan kişiler çıkmamış değildi. Çiroz Ali bu isimler arasında en ünlüsüydü. Onun olacağı akşamlar kahvehane hınca hınç dolar, güçlü sesi ile kalplere işleyen manileri büyük bir keyif ve duygu ile dinlenirdi. Öldüğünde cenazesinin Bakırköy’den Eyüp’e 1 saat gibi bir sürede, tulumbacıların ‘açık ayak’ dedikleri bir koşma metodu ile yetiştirildiği, giderken geçtiği mahallelerden üzüntü çığlıklarının ve feryatların yükseldiği söylenir.
Yeniçeri ve tulum bacı kahvehaneleri
Yeniçeri ve ardından gelen tulumbacı kahvehanelerinin de halk kültürümüz içinde önemli bir yeri var. Yeniçerilerin açtığı ve işlettiği, genelde ticaretin daha fazla olduğu bölgelerde konuşlanan Yeniçeri kahvehanelerinin kendine has ilginç ritüelleri vardı. Örneğin yeni açılan kahvehaneye kanarya kuşunun götürülmesi âdettendi. Bununla beraber Yeniçeri ocağının kapanmasına neden olan Yeniçeri İsyanı’nın da Çardak Kahvehanesi’nde planlandığını hemen not düşelim. Ocağın kapanmasıyla beraber bu kahvehaneler genelde tulumbacılara devredildi. Tulumbacı kahvehanelerinde de semai kahvehanelerine benzer eğlenceler yapılıyordu. Gür ve güzel sesli kişilerin, çeşit çeşit manilerin söylediği akşamlar tulumbacı kahvehaneleri dolup taşardı.
Kahve, bu topraklara girdiği ve günlük yaşamın bir parçası olduğu günden bu yana birleştirici ve sosyalleştirici etkisiyle hep var olmuş, olmaya da devam ediyor. Kimi zaman sorunlara çare, kimi zaman sohbetlere bahane, kimi zaman hayırlara vesile olarak… Gelenek ve göreneklerimizde, en mutlu günlerimizde, deyimlerimizde, atasözlerimizde, mutlulukta, sağlıkta hep o var… Boşuna dememişiz “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane” diye… Keyifle ve bol kahveli günlere…
gündüz normal kahvehane işlevi gören semai kahvehanelerinde akşam olunca çalgılı eğlenceler yapılırdı. mahallenin ağır ağabeyleri geldiğinde ön masalar boşaltılır, arka masalara geçilir ve sessizce müzikler dinlenirdi.